UZMANINDAN
LISZT AKŞAMI
Franz
Liszt Akademisi’nden mezun olduktan sonra Amerika’ya yerleşen, doktora
yapan Zeynep Üçbaşaran ilk CD’sinin ardından konserlere ağırlık vermeyi
planlıyor. Geçen ay üç konser için Türkiye’ye gelen piyanistle 30 yıllık
zorlu eğitim serüvenini, evleneceği kişiyi ayağına getiren tesadüfü ve
gelecek planlarını konuştuk.
Röportaj
: Serhan Yedig
Dört yaşında
konservatuvar sınavlarına girmişsiniz. Aileniz sizde
ne gibi işaret görmüş?
Evimizde
kahvaltıdan akşam yatıncaya kadar klasik müzik dinlenirdi. Babamın çok iyi
yorumlardan oluşan geniş bir plak koleksiyonu vardı. Nedense hep İdil
Biret’in albümünü plakların arasından çıkarıp çalmak istermişim. Komşumuzun
dikkatini çekmiş, kitaplığın raflarında çalıyormuşum. Belediye
Konservatuarının sınav açtığını komşumuz aileme söylemiş, gününü
bile öğrenmiş. Annem üç dakikada sınavdan çıktığımı söylüyor. Rana
Erksan “Bu çocuk çok küçük, ben uğraşamam” demiş. Ferdi Statzer ise
“Alacaksın, çalmasa bile dinleyecek” cevabını vermiş. Sınavın
sonucunu öğrenip aileme bildiren de komşumuz. Dört yaşında konservatuara
gitmeye başladım. Rana Hanım piyanonun başına oturtur, ne istersem çalmamı
söylermiş. Hemen nota okumasını öğrendim. Altı yaşında Özden Betüloğlu
ile çalışmaya başladım.
Çengelköy’deki
evimizin etrafı kır gibiydi. Dilediğim kadar oynayabiliyordum. Yaz ayları
denizde geçiyordu. Yüzmeyi, kürek çekmeyi severdim. Ailemle her yaz
otomobille Avrupa’ya giderdik. Kışın karda kayardık. Piyanonun başına
isteyerek otururdum. Bana ödev verilen eser dışında kitaptaki tüm eserleri
deşifre ederdim. 14-15 yaşına kadar bu alışkanlığım devam etti. Bu yaşta
piyanist olmaya karar verdim ve çok daha disiplinli çalışmaya başladım.
(Sessizlik)
(Gülüyor)
Evet, doğru tahmin ettiniz. Işık Lisesi’nde okuyor İstanbul Üniversitesi
Konservatuvarı’na yarım zamanlı devam ediyordum. Birgün sınavdan sonra öğretmenim
diğer öğrencilerin önünde piyano çalmamı bir başka arkadaşımla karşılaştırdı,
eleştirdi. Çok kırıldım, üzüldüm. Günlerce sebebini düşündüm.
Sonunda piyanoda iyi değil, çok iyi olmaya karar verdim. Bir yıl sonra, çok
ilerlediğimi söylediler.
Öğretmenim Özden Hanım’ın önerisiydi. Ailem Doğu Bloğunda çok güçlü bir müzik geleneğinin olduğunu düşünüyordu. 1987’de Budapeşte’de bir Macar ailenin yanına yerleştim. Konservatuarda Macar sınıf arkadaşlarımın çaldığı eserleri görünce “Tanrım, seviyeleri ne kadar yüksek” dedim. Var gücümle arayı kapatmak için çalıştım. Konserleri kaçırmıyordum. Okulun üçüncü yılında Bartok’un öğrencisiyle çalışmaya başladım. Başkasının beş yılda öğreteceğini bir yılda öğretecek kapasitedeydi. Ne yazık ki bir yıl sonra kanserden öldü. 1993’te mezun oldum. Ama bir buçuk yıl daha Budapeşte’de kalıp repertuarımı genişletmeye çalıştım. Ek dersler aldım.
Yetiştirdiği
Lizst ve Bach yorumcularıyla ünlü. Özellikle bu iki bestecinin müziğini çok
iyi öğretiyorlar. Diğer bestecilerin müzikleri konusunda da derinlemesine
bilgi almak mümkün. Fakat Lizst kadar iyi Chopin bilgisi verdiklerinini söyleyemeyeceğim.Eksiklerimi
tamamlamak için Almanya’ya yüksek lisans eğitimi almaya gittim.
Bir
buçuk yıl yüksek lisans yaptım. Romen asıllı Amerikalı bir öğretmenle
çalıştım. bilgilerin üzerine
bir cila gibiydi bu eğitim. Sabah 7.30’da kapı açılırken okula girer akşam
saat 10.00’a kadar çalışıyordum. Liszt ve Schubert repertuarımı genişlettim.
Okulun son gününde bir Alman arkadaşım şampanya getirdi. “Kutlarım, her
gün kapılar açılmadan gelmeyi nasıl başarıyordun” diye sordu. Böyle ağır
bir tempoydu.
Türkiye’ye
dönmeyi, eğitimci olmayı düşünüyordum o zamanlar. Doktora yapmam lazımdı.
Tedrisatı piyano çalışmamı engellemeyecek bir üniversite aramaya başladım.
Eastman’ın sınavlarına girdim, kabul edildim. Ama akademik yanının çok
zor olduğunu söylediler. Ben de USP’ye girdim. Almanya'daki yüksek lisans
geçerli olmadığı için tekrar master yaptım. Yorumculuk alanındaki
doktoramı bu yıl tamamladım. Ama evlilik bütün planlarımı değiştirdi.
Konser
vermeyi sürdürüyordum. Faure ve Şostakoviç çalacağım bir resital öncesinde
bir dostum, üniversitenin bilgisayar bilimleri bölümünde klarnet çalan, çello
dersleri alan, klasik müziğe çok meraklı bir Türk bilim adamının bulunduğu
söyledi. Konsere davet etmek için gittim. Ve tanıştık. Rubinstein “İnsan
şansını kendi yaratır”der.
Santa
Barbara’da yaşıyoruz. Okulum 160 kilometre uzakta, Los Angeles’ta. Haftanın
üç günü sabah 4.30’da kalkıp okula gidiyordum. Akşam 10.30’da dönüyordum.
Şimdi haftada bir gün gidiyorum. Evde bir kuyruklu bir de sessiz piyanom var.
Kızım yuvaya gittiğinde kuyrukluyla, uyuduğu saatlerde sessiz piyanoyla çalışıyorum.
Neyse ki az uyurum, günde 5 saat uyku yeter bana. En kötü koşulda günde en
az iki saat çalışırım. Normal çalışma sürem 4-5 saattir. Bir gün ihmal
ettiğimde mutlaka ertesi gün eksiği tamamlarım.
Tabii.
Arada bir evde küçük konserler yapıyoruz.
(Kahkahalar)
Belli olmaz. Belki müziğe hiç ilgi duymaz.
Albüm
nasıl gerçekleşti?
Geçen Aralık’ta Santa Barbara
Üniversitesi’nin kayıt stüdyosunu kiraladım. Solo piyano konusunda uzman
bir tonmeister kiraladım. Zorlu bir çalışmayla altı günde CD’yi
kaydettim. Daha sonra birkaç firmaya gönderdim. Eroica Classics ilgilendi, yayımlayacağını
söyledi. Basına, büyük konser salonlarına, festivallere de gönderecekler.
Bunun dışında kısa zaman içinde bir Liszt ve Mozart albümü kaydetmeyi düşünüyorum.
CD kaydından sonra orkestrayla bir konser teklifi aldım.
Konser piyanisti olarak çalışmak
istiyorum. Büyük orkestralarla konserler vermeyi arzu ediyorum.
Liszt, Mozart ve Bach
diyebilirim. Scriabin, Ravel ve Debussy’nin eserlerine yönelmeyi düşünüyorum.
Türkiye’de ilk konserinizi ne zaman verdiniz?
1995’te
İDSO’yla bir konçerto çaldım. Daha sonra festivallerle yazıştım fakat
cevap alamadım. Bırakın konser için cevap vermeyi, Amerika’daki
konserlerimde çalmak üzere Adnan Saygun’un bir eserinin notalarını rica
ettim buradaki bir vakıftan. Binbir soru sordular ve yardım etmediler. Oysa
ABD’deki konserlerimde Türk bestecilerin eserleri büyük ilgi görüyor. Son
konserimde Saygun’un “Anadolu’dan”ını çaldım, çok sevildi. Çalınsa
Türk bestecilerin eserleri sevilecek, ABD’de de tanınacak.
Schubert’in
son dönem eserlerinden La Majör Sonat’ı çalacağım önce . Ardından
Liszt’in Cenaze Marşı, Cenevre’nin Çanları ve İspanyol Rapsodisi’ni
çalacağım.
Müzik
çevrelerinde Liszt’in müziğinin Chopin kadar derin olmadığı, armonik yapıdan
yoksun olduğu düşünülür. Liszt’in iki sayfalık küçücük bir sonatını
uzun zamandır severek çalıyorum, duygusal derinliğe sahip olduğunu düşünüyorum.
Olumsuz yargılar hakkında anlatılanlardan kaynaklanıyor. Çok çapkınmış,
konserlere çok şık giyinip beyaz eldivenlerle çıkarmış. Kadınların bu
eldivenleri kapmak için birbirleriyle kavga ettiği anlatılır. Konserin
ikinci yarısında ellerinin salonun diğer tarafından görülmesi için
piyanoyu çevirirmiş. Günde iki saat parmak egzersizi yaptığı, ellerinin müthiş
olduğunu yazıyor müzik tarihçileri. Bu nedenle bazı etüdlerini çalmak çok
çok zor. İndirgeme yoluyla yeniden düzenlenmiş halini bile çalmak zordur.
19.yy müziğinde 12 tonun izlerini taşıyor eserleri.
Schubert
yaklaşık 40 dakikalık, melodik açıdan çok zengin bir eser. Liszt’in
Cenaze Marşı’nı Almanların öldürdüğü yurtseverler için yazmış.
Cenevre’nin Çanları izlenimci etkiler taşıyor. Dinleyiciler bu eserin ilk
notalarından itibaren çanları rahatlıkla duyabilir. İspanyol
Rapsodisi’nde ise iki temanın ekseninde İspanya’ya bakıyor Liszt... İki
besteci ve dört eser... Umarım severler...